Sultan                            tabiri Osmanlı Padişahları’ nın erkek evlatlarına, kızlarına,                            padişah validelerine hatta ailelerine kadar teşmil edilmiştir.                            Bu ünvanın Padişahların erkek çocuklarında ismin evveline                            kızların da ise ismin sonuna gelmesi adet olmuştu. Sultan                            Selim, Sultan Ahmed, Ayşe Sultan, Fatma Sultan vs. gibi.                            Sultan tabiri yanlız olarak kullanılırsa padişahın kıs                            çocukları kastedilmiş olurdu. Sultanların kız çocuklarına                            ise Hanım Sultan denir.
Sultan                            doğar doğmaz ilk olarak Darüssaade Ağasına haber verilirdi.                            Ağa, oda lalası vasıtasıyla silahtar ağaya müjdeli haberi                            gönderir o da padişahın bir kız çocuğu olduğunu sarayda                            ilan ederdi. Bu haber üzerine enderunda bulunan her                            oda doğum şerefine üç kurban keserek sultanın doğumunu                            kutlardı. Bu arada sarayın deniz kıyısında bulunan toplar                            günde beş defa tekrarlanmak üzere üçer kez atış yaparlar                            böylece doğum halka ve devlet ricaline duyurulurdu.
Doğum haberini                            alan Sadrazam ertesi gün divan azalarıyla saraya gelerek                            padişahı tebrik ederdi. Ziyafete gelenlere türlü maddelerden                            yapılan nefis şerbetler altın, gümüş ve billur kaplar                            da ikram olunurdu.
Sultanların                            doğumlarında bir takım merasimler tertip olunurdu. Bunlardan                            ikisi Valida Sultan ile Sadrazamın göndermiş oldukları                            beşik, yorgan ve sırmalı örtü münasebetiyle yapılan                            beşik alaylarıdır.
Çocuk                            doğunca padişah validesinin evvelce hazırlatmış olduğu                            beşik, sırmalı püşide denilen örtüsü ve yorganıyla merasim                            ve alayla Eskisaray’ dan Yenisaray’ a nakl olunurdu.
Törene                            katılacak ağalara birgün öncesinden kethüda bey ve darüssaade                            ağası yazıcısı tarafından davetiyeler gönderilir, belirli                            saat de Eskisaray’ da bulunmaları bildirilirdi.
Ertesi                            gün davetliler hazır olduklarında Teşrifatçı, törenin                            başlaması için işaretini verirdi. Bunun üzerine Valide                            Sultanın başağası beşiği, yorganı ve örtüyü Eskisaray’                            dan çıkararak Valide Sultan kathüdasına teslim ederdi.                            Kethüda Bey de beşiği, Valide Sultan’ ın kahvecibaşısına,                            yorganı ikinci kahveciye, beşik örtüsünü de üçüncü kahveciye                            teslim ederdi.
Kahvecibaşılar                            kendilerine teslim edilen eşyaları sayıyla alırlar ve                            başlarının üzerlerine koyarlardı. Bundan sonra harekete                            geçen alay Beyazıd, Divanyolu ve Ayasofya önünden geçerek                            Bab- ı Hümayun önüne gelirdi. Çevredeki kalabalık alayı                            alkışlarla uğurlarken çocuğa ve babasına da uzun ömürlü                            olmaları için dua ederlerdi.
Orta                            kapıya kadar atlar üzerinde ilerleyen ağalar, burada                            attlarından inerek iki sıra halinde dizilerek haremin                            araba kapısı önüne kadar gelirlerdi. Burada kahvecibaşılar                            beşiği, yorganı ve beşik örtüsünü kapı önünde beklemekte                            olan Valide Sultan başağasına o da saygıyla alarak darüssaade                            ağasına teslim ederdi. Darüssaade ağası devraldığı eşyaları                            harem ağaları ile birlikte içeri götürerek, bu işle                            görevli kadınlara teslim ederdi. Daha sonra, törene                            katılan ağalara ve görevlilere rütbelerine göre padişah                            adına ihsanlarda bulunurdu.
Doğumun altıncı                            gününde ise Sadrazamın beşik alayı töreni düzenlenirdi.                            Bu alay Valide sultanınkinden daha göz kamaştırıcı ve                            daha kalabalık olurdu. Bu sırada devlet erkanının aileleri                            de çocuğu görmek üzere davet olunurlardı.
Sadrazam, sultan                            doğar doğmaz bir beşik, bir yorgan ve bir de beşik örtüsü                            yaptırır, hepsi de inciler, elmaslar, tırtıllar ve zümrütlerle                            donanırdı. Doğumun beşinci günü törene katılacaklara                            davetiyeler gönderilir, belirli bir saat de Paşakapısında                            bulunmaları istenirdi.
Ertesi gün                            belirlenen saat de Paşakapısı önünde, sadrazamın hazırlanan                            eşyaları Kethüda beye vermesiyle tören başlardı. Kethüda                            bey de beşiği baş, yorganı ikinci çuhadara beşik örtüsünü                            ise mehter başıya verirdi. Bunların eşyaları saygıyla                            alıp başiları üzerine koymasından sonra mehter takımının                            çaldığı marşlar ve ilahilerle alay harekete geçerdi.
Başlara giyilen                            renkli kavuklar, sırtlardaki renkli kürkler ve kaftanlar,                            ayaklardaki sarı ve kırmızı çizmelerve yemeniler beşik                            alayını yürüyen bir çiçek bahçesi haline getirirdi.                            Yine binbir emek sarf edilerek hazırlanan çiçek bahçeleri                            ve şeker kutuları nu renkli sahneyi daha da canlı ve                            muhteşem bir hale koyardı. Mehterhanenin muazzam ritmi                            de insanları ayrı bir vecde getirirdi. Alaya katılan                            ağaların heybetli görünüşleri, ağır başlı yürüyüşleri                            insana Niğbolu, Kosova, Varna ve Mohaç’tan hatıralar                            ve manzaralar yaşatır gibi olurdu.
Valide                            beşik alayında olduğu gibi Divan yolundan geçilerek                            Bab-ı Hümayundan içeri girilir ve araba kapısı önünde                            alay sona ererdi. Daeüssaade ağası tarafından teslim                            alınan beşik takımı doğruca padişaha götürülür ve gösterilirdi.                            Padişah beşik takını gördüktan sonra hareme yollardı.
Lohusanın                            yattığı oda Valida Sultan, Sultanlar, kadınefendiler,                            ikballer ve davetli kadınlarla dolup boşalırdı. Valide                            Sultan yanında sultanlar olduğu halde yüksekçe bir divanda                            otururdu. Misafirler ise peykelere yerleştirilmiş minderler                            ve yastıklar üzerinde dinlenirlerdi. Sadrazamın gönderdiği                            beşik takımının gelmesiyle hep birden ayağa kalkarlardı.
Beşik takımı odanın                            ortasına gelince Valide Sultan üzerine bir avuç altın                            atar onu diğerleri takp ederlerdi. Orada bulunan ebe,                            dualar okuyarak çocuğu yeni gelen beşiğe koyar ve üç                            defa sallardı. Sonra çocuğu beşikten çıkararak kucağa                            alırdı. O zaman davetli kadınlar, getirmiş oldukları                            değerli taşlarır ve kumaşları beşiğin üzerine koyarlardı.                            Bunların hepsi ebenin olurdu.
Davetli kadınlar                            haremde üç gün misafir edilirler, cariyelerin de katılmasıyla                            çeşitli eğlenceler tertiplenir, hoşça vakitler geçirilirdi.                            Ayrıca davetlilere padişah tarafından hediyeler gönderilmesi                            de usuldendi.
SULTANLARIN YETİŞMESİ
Sultanların                            doğumu ile birlikte bir daire ayrılır emrine dadı, sütnine,                            kalfa ve cariyeler verilirdi. Eğitimiyle annesi, dadısı                            ve kalfası uğraşırdı. Yürümeye başladıktan itibaren                            bahçelere çıkar küçük cariyelerle veya aynı yaşdaki                            çocuklarla dadısının nezaretinde oyunlar oynardı. Sultanlar,                            dadısız ve kalfasız dışarı hiç çıkamazlardı.
Sultanlar beş veya                            altı yaşına girdiklerinde irade-i seniyye ile derse                            başlarlar ve kendileri için tayin edilen hocalardan                            ders alırlardı. Bed-i besmele denilen ilk derse törenle                            başlanır ve padişah da hazır bulunurdu. Bazen dersler                            şehzadeler dairesinde okunurdu. Okumada ilk üzerinde                            durulan konu, padişahın çocuklarının Kuran-ı kerimi                            doğru okumalarını temin etmekti. onların Kur’an-ı kerimi                            tecvide uygun okumaları ve bitirmeleri kendileri ve                            babaları için büyük bir mutluluğa sebep olurdu. Bu vesile                            ile bir de hatim töreni tertip ediliyor sultanlara ve                            hocalarına hediyeler veriliyordu. Sultanlar Kur’an-ı                            kerimden başka Türkçe, Matematik, Tarih, Coğrafya, Arapça                            ve Farsça dersleri de alırlardı.
Sultanların günümüze                            kadar ulaşan mektuplarından son derece düzgün ve edebi                            ifadeler kullandıklarını, kelime, cümle ve gramerhatalarının                            yok denecek kadar az olduklarını görmekteyiz.
Sultanlar                            erkeklerden kaçma çağına geldikelrinde başlarına yaşma                            örterler ve dışarıya çıktıklarında uygun elbiseler giyerlerdi.
DÜĞÜNLERİ
İlk                            Osmanlı padişahları kızlarını, genellikle Anadolu beyleri                            veya onların oğullarına verdikleri gibi kendi maiyetlerinde                            ki beylere de verirlerdi. Nitekim 1. Murad’ ın kızı                            Melek Hatub, Karamanoğlu Alaaddin Bey’ le ; Çelebi Mehmed’                            in kızı Selçuk Hatun Candaroğlu Kasım Bey’ le; Fatih’                            in kızı Gevherhan Sultan Akkoyunlu Uzun Hasan’ ın oğlu                            Uğurlu Mehmed Bey’ le; II. Bayezid’ in kızı Aynışah                            Sultan ise Uğurlu Mehmed’ in oğlu Göde Ahmed Bey’ le                            evlenmişlerdir.
Ancak osmanlılar                            Anadolu birliğini temin edince etrafta kızlarını verecek                            hanedan kalmadığından, sultanları vezirler, kaptan paşalar                            ve büyük devlet adamlarıyla evlendirmeye başladılar.
Padişahların kızlarını                            Anadolu beylerine vermesi gibi kendi devlet adamlarıyla                            da evlendirmeleri, duygusal yönden ziyade siyasi idi.                            Zira sultanları alanların çoğu enderun mektebinden yetişen                            devşirme devlet adamlarıdır. Bunlar padişaha baba gözüyle                            bakarlardı. Bir de padişahın kızıyla evlenince hanedanın                            üyeleri arasına girerek nüfuzlarını da arttırırlardı.                            bazı yabancı yazarların, padişahların kızlarını korktuğu                            veya zenginliğini çekemediği paşalarla evlendirdiği                            iddiası, tamamen uydurma ve hayal mahsülüdür.
Padişah kızını evlendirmek                            isteyince sadrazama bir hatt-ı humayun yazar ve damad                            olacak şahsın nişan takımlarını yollamasını emrederdi.                            Uygun görülen adayın, fermanı alır almaz eğer evli ise,                            sultanlara hürmeten hanımını boşaması adet haline gelmiştir.                            Ayrıca II. Mahmud zamanına kadar sultanların rızası                            formalite icabı alınıyordu. Ancak II. Mahmud’ dan itibaren                            durumun değiştiği ve en azından fotoğraflarla birbirini                            önceden tanıdıkları görülmektedir.
Sultanların nikahları                            bazan Yeni Sarayda ve bazan da paşa kapısında kıyılırdı.                            Sultanın vekili darüssaade ağası idi. Damat paşaya da                            münasi görülen bir vezir vekil olurdu. Nikahı şeyhülislam                            kıyar ve mihr-i muaccel ve mihr-i müeccel sultanın derecesiyle                            mutenasip olurdu. Onaltıncı asır sonlarına kadar nikah                            yüzbin altın üzerinden kıyılırdı.
Sultan nikahından                            sonra hükümdar namınamerasimde bulunanlara kürk ve hil’atler                            giydirilirdi. Damat da hil’at giyerdi. Sultanların düğünleri                            babalarının sağ olup olmadıklarına veya padişahın sevdiği                            bir kız kardeşi veya yeğeni olup olmayışına göre olurdu.                            Tabii babaları sağ olan sultanların düğünleri fevkalede                            mükellef yapılırdı. Damat, böyle bir düğünde pek çok                            masraf eder, saraya gönderdiği her çeşit mücevherli                            (yüzük, küpe, bilezik, incili tuvalet aynası ve yine                            incili gelin duvağı ve hamam nalını gibi) nişan hediyesinden                            başlayarak bütün düğün masraflarını görürdü. Düğün müddeti                            muayyen olmayıp onbeş yirmi gün süren düğünler de vardı.
Gelin olan sultanın                            alayı ya kendisinin bulunduğu Eski Saraydan veyahut                            Yeni Saraydan itibaren tertip edilirdi. Sultan, Osmanlı                            hanedanına mahsus kırmızı atlas cibinlik içinde olarak                            araba ile naklolunurdu.
Gelin alayında sadrazam,                            vezirler, devlet erkanı ile düğün münasebetiyle sultanlara                            mahsus yaptırılan ve Nahl denilen balmumdan yapılmış                            düğün tezyinatı, alayın önünde giderdi.
Sultanın çeyizi,                            kocasının konağına gitmeden evvel sarayda teşhir edilirdi.                            Sadrazam ve diğer devlet adamları oraya kendi düğün                            hesiyelerini de gönderirler, sonra bu çeyiz alayla damadın                            konağına götürülürdü.
Sultan, kocasının                            konağına geldiği zaman orada zevci ile Kızlar ağası                            tarafından karşılanır ve koltuklarına girilerek harem                            dairesinin kapısına götürülürdü. Damadın konağında kadın                            ve erkeklere ayrı ayrı ziyafetler çekilir ve yatsı namazından                            sonra davetliler konaktan ayrılırdı. Damat Paşa davetlilerin                            her birine derecelerine göre birer hediye verirdi.
Yine bu sırada darüssaade                            ağası padişah namına damada bir samur kürk giydirir                            ve paşayı sultana takdim ettikten sonra çekilirdi. Bundan                            sonra yenge kadın paşayı odaya sokar, damat paşa odanın                            bir köşesinde namaz kıldıktan sonra zevcesinin eteğini                            öper ve sultanın oturması için müsaadesine kadar ayakta                            dururdu.
Şayet damadın memuriyeti                            hariçte ise düğün için İstanbul’ a çağırılır, konak                            döşer, sultanla evlenir ve sonra vazife ile İstanbul’                            da kalmazsa yine memuriyeti başına dönerdi. Sultan İstanbul’                            da kocasının konağında kalırdı.
Geçimleri
Sultanların                            maiyyetlerinde padişahın emriyle tayin edilen kethüdaları                            vardı. Bütün işleri, alış veriş vesaireleri hep bu kethüdaları                            vasıtasıyla görülürdü. Dul olan sultanların vazife ve                            aidatları matbah-ı amire ile şehremini tarafından verilmek                            kanundu.
Sultanların hash                            veya paşmaklık ismi verilen dirlikleri vardı. Bunların                            bazılarına herhangi bir mukataanın varidatından maaş                            ve bir kısmına iltizam suretiyle mukataalarda verilmişti.                            Bu isimler altındaki dirlikler bir mahallin varidatının                            bunlara tahsisi demekti. Malikane suretiylemukataa,                            kaydı hayat şartıyla verilen dirlikti. Sultanları bu                            gelirlerini idare ve tahsil için voyvoda denilen memurlar                            vardı. Sultanlara bazan hazineden maaş da verilirdi.                            Sultan III. Mustafa Laleli Camisinin vakfiyesini tertip                            ettirirken bu vakfından oğullarına bin beşeryüz kızlarına                            biner ve kadınlarına beşer yüz kuruş tahsis eylemişti.
Bibliyografya:
Silahtar                              Mehmet Ağa, Tarih, c. 1, s. 646; c. 2, 737
Raşid, Tarih, İstanbul 1282, c.3, s. 143, 265, 319,320,328
Peçevi, Tarih, c. 2, s. 28
Naima, Tarih, c. 4, s.264
Ata Bey, Tarih’i Enderun, c. 1 , s. 249 – 250
Esad efendi, Osmanlılarda Töre ve Törenler – Teşrifat-ı                              Kadime- (sad. Y. Ercan) , İstanbul 1979, s.113,116
İ.Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı,                              Ankara, 1984i s. 159-171
Çağatay Uluçay, Harem, Ankara 1985, s.67 – 115
H. Ziya Uşaklıgil, Saray ve Ötesi, İstanbul 1942,                              c. 2, s. 93 – 98, 187- 194
Ayşe Osmanoğlu, Babam Abdülhamid, İstanbul 1960, s.                              106-112.
Hikmet Özdemir, Adile Sultan Divanı, Ankara 1996,                              s1 291-292, 454 -455.
Ahmet Şimşirgil
Bu yazı Tarih ve Düşünce Dergisinden alınmıştır.
brifing amacıyla teşekkür ederim. yararlı
çalışmalar.